10 Ağustos 2011 Çarşamba


Çaresizlik öğrenilmiştir.
Başarılı olmak da öğrenilebilir.Sende sandığından fazlası var!Gelebileceğin en iyi yerde değilsin.
Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır.
Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur.
Rüzgarı suçlamayı bırak,yelkenleri kullanmayı öğren!Seyirci koltuğundan sıkıldıysan,sahneye çık.
...
...Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var.
Her şey seninle başlar!Başkaları yapabildiyse,sen de yaparsın.
Hayatta ya tozu dumana katarsın,Ya da tozu dumanı yutarsın.Seçim senin!

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Uzaktan sevmek nedir? Gidin Hz. Vahşi (r.a)'ye sorun.

Görmeden sevmekten başka bir şey bu…

Görmek fakat yaklaşamamak,

Bakmak ama konuşamamak…

Sadece uzaktan seyretmek ve ağlamak,

Zor olan budur.

Görmek ama dokunamamak...




MUSTAFA CİHAT’IN MAHCUBUZ ALBÜMÜNDEKİ
EMRİ OLUR PARÇASI HZ. VAHŞİ ’DEN EFENDİMİZ'E HİTABEN DİLE GETİRİLMİŞ…
HZ. HAMZA’YI ŞEHİT EDEN HZ.VAHŞİ EFENDİMİZ (S.A.V) İN YANINA GELİR VE TABİ MÜSLÜMAN OLMAYA KARAR VERİR
EFENDİMİZ(S.A.V) ONU AFFEDER FAKAT ONU GÖRMEK İSTEMEDİĞİNİ SÖYLER; ÇÜNKÜ ONU GÖRÜNCE AMCASINI HATIRLAR…
VAHŞİ YILLARCA EFENDİMİZ(S.A.V) İN SOHBETLERİNE KATILAMAZ VE ONUN HASRETİNDEN YANIP TUTUŞUR..
İŞTE BU EZGİ; VAHŞİ’NİN DİLİNDEN YAZILMIŞTIR…






Vahşi'nin Hz.Vahşi Oluşu...

Vahşî, Hz. Hamza’nın Bedir savaşında öldürdüğü Tuayme’nin kardeşinin oğlu olan Cübeyr bin Mutim’in kölesi idi. Habeşli olduğu için, el ile ok ve mızrak atmakta usta idi. Uhud savaşında, Cübeyr buna demişti ki:

Hamza’yı öldürürsen seni azat ederim!
Daha o zamanlar müslüman olmakla şereflenmemiş olan Ebu Süfyan’ın hanımı Hind de, babasının ve amcasının intikamı için, Vahşî’ye mükâfat vâd etmişti.

niçin lanet etmiyorsunuz

Vahşî, Uhud’da taş arkasına pusuya girip, yalnız Hz. Hamza’yı gözetirdi. Hz. Hamza sekiz kâfiri öldürüp, saldırırken, Vahşî mızrağını atarak, onu şehit etti. Sonra, gidip durumu Hind’e haber verdi. Hind sevinip üzerindeki zinetlerin hepsini Vahşî’ye verdi. Daha da vereceğini söyledi.

Uhud savaşında Peygamberimiz birkaç kâfire bedduâ etmişti. “Vahşî’ye niçin lanet etmiyorsun” dediklerinde, buyurdu ki:

Mirac’da, Hamza ile Vahşî’yi kolkola, birlikte cennete girerlerken görmüştüm.

Hicretin sekizinci yılında, Mekke fethedildiği gün, Vahşî, Mekke’den kaçtı. Bir zaman uzak yerlerde kaldı. Sonra pişman olup, Medine’de mescide gelip, selam verdi. Resulullah efendimiz selamını aldı. Vahşî dedi ki:

- Ya Resulallah! Bir kimse Allaha ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup temiz iman etse, Resulullahı canından çok seven biri olarak, huzuruna gelse, bunun cezası nedir?

Resulullah efendimiz buyurdu ki:

- İman eden, pişman olan affolur. Bizim kardeşimiz olur.

- Ya Resulallah! Ben iman ettim. Pişman oldum. Allahü teâlâyı ve Onun Resulünü herşeyden çok seviyorum. Ben Vahşî’yim.

Resulullah efendimiz, Vahşî adını işitince, Hz. Hamza’nın şehit edilmiş hâli gözünün önüne geldi. Ağlamaya başladı.

Vahşî, öldürüleceğini anlayarak kapıya yürüdü. Eshab-ı kiram kılıçlarına sarılmış, işaret bekliyordu. Vahşî,

“Son nefesimi alıyorum” derken,

Herkes, "Öldürün!" emrini beklerken, Resulullah efendimiz buyurdu ki:

- Kardeşinizi çağırınız!

Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. Peygamber efendimiz Vahşî’ye, “affolunduğunu” müjdeleyerek buyurdu ki:

- Fakat, seni görünce dayanamıyorum, elimde olmadan üzülüyorum.



geceye katran çal..acıya hüsran...ah...edersem tutmasın elim...
tutulsun dilim...
ey kemankeş!durma vur...
nasılsa bu sîne vurgun...
nûru düşsün düşlerin,kor olsun...
seni görmesin, kör olsun...
taş bassın yerime dedi gönlüne...emri olur,başım gözüm üstüne...
bakmasın demiş bir daha yüzüme...emri olur, inansın bu sözüme...
almasın demiş adımı diline...
vay ben ölem atın toprak üstüme...
üstüme aman aman, üstüme aman.....


Hz.Vahşi müslüman olmuştu ama peygamber efendimizle yüz yüze gelemiyordu… Amcasını şehit etmişti. Nasıl bakardı yüzüne! Mahcup, başı önünde yaşadı.
Öyle bir amel işlemem lazım ki beni affetsin, yüzüne bakabilsem derdi...

Ve bir gün peygamber olduğunu iddia eden Müseyleme adında birine karşı savaşa çıkılıyordu... Vahşi(r.a.) ''onu ben öldürmeliyim böylece Resulullah’ a karşı mahçupluğum kalmaz ''diye düşünüyordu... Bu savaş çıktığında Peygamberimiz(s.a.v.)vefat etmişti...

Nihayet sefere çıkılmıştı. Hiç kimsenin yaklaşamadığı Müseyleme’ye Vahşi çok yaklaşmıştı...

Sahabeler 'Vahşi biraz geri gel' diyorlardı... Ama Vahşi Onu öldürmeye kararlıydı...
Müseyleme’ye bir hayli yaklaştı ve mızrağını fırlattı... Müseyleme bir anda yere düştü...
Hz.Vahşi sevinmeye başladı;
Vurdum Onu...Vurdum onu...artık peygamberimi görebilecem...o gül yüzü görebilecem diye seviniyordu...
Bir anda ; ‘gördüm onu ’ diye haykırıp yere düştü...

Sahabeler başına toplandılar ‘kimi gördün, Vahşi’ diyorlardı…
Vahşi de ses yok...
Bir zaman sonra vahşi kendine geldi ve koşmaya başladı... Bir yandan da 'gördüm onu o gül yüzü gördüm' diye haykırıyordu... Sahabelerde arkasından koşuyor ‘nereye ya Vahşi’ diyorlardı...

Bir an durdu...

'Peygamberimizi gördüm ...O gül yüzü gördüm...yanında da...yanında da amcası Hamza vardı...bana tebessüm ettiler..beni affetmiş 'dedi...

Koşup Medine'ye gitmek istiyordu... bir an önce kabrine gitmek istiyordu...hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve Medine’ye koşuyordu...

Evet gelmişti artık kabrin önüne... içeri girdi ve ‘artık o gül yüze bakabileceğimdedi..
Ağlıyordu... hemde ne ağlama...arkadaşları onu yalnız bırakmışlardı...

Vahşi kabrine bile giremezdi... ‘O gül yüze layık olmadan giremem’ derdi...
artık layıktı... bakabilecekti yüzüne...

Ben bir garip seyyahım...

24 Haziran 2011 Cuma

TIPTA İLERLEME :))

M.Ö. 2000….. Al bu otu ye.
M.S. 1000…… O ot kötü, gel bu duayı oku.
M.S. 1250…… O dua batıl inanç, al bu iksiri iç.
M.S. 1500…… O iksirin ne faydası var, al bu hapı yut.
M.S. 1750…… O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç.
M.S. 2000…… O antibiyotik kimyasal, al bu otu ye.

BAHÇE

Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi.
Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.
Büyük ağaç, iyice kasılarak:
—Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.
Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengarenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysa ki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu.
Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.
Tohumların teklifini kabul ederken:
—Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz.
Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı:
—Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece.
Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu.
Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu.
Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı.
Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.
CÜNEYD SUAVİ

22 Haziran 2011 Çarşamba

EY KAVMİM

EY KAVMİM...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın.
Acıyla karıldı harcın, ama acıya da yabancısın.
Ağıtları sen yakarsın, ama kendi kulakların duymaz kendi ağıtını.
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlara.
Allah'a yakarır, ama firavunlara taparsın.
Musa kızıldeniz’i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin

Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Korkarsın kendinden olmayan herkesten.
Ve sen kendinden bile korkarsın.
Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın.
Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka bir şeye ağlarsın.
Gündüzleri Maria Mandalena’yı o... diye taşlar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın.
Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i, Kuran’ı bilirsin.
Hazreti Davut için üzülür, ama Golyat’ı tutarsın.

Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut kavminde de değilsin, hazdan olmayacak mahvın.
Ama sen kendi acına da yabancısın.
Kadınların siyah giyer, kederle solar tenleri, ama onları görmezsin.
Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, aldırmazsın.
Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin.
Ve nefret edersin dilencilerden.
Utancı bilir ama utanmazsın.
Tanrıya inanır, ama firavunlara taparsın.
Bütün seslerin arasından yalnızca kırbaç sesini dinlersin sen.

Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın.
Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın.
Örümcek olsan Hazreti Muhammed’in saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin.

Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına
melersin .
Hazreti Hüseyin’in kellesine sen vurmaz, ama vuranı alkışlarsın.
Muaviye’ye kızar, ama ayaklanmazsın.
Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.

Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Ölülerine dönüp de bakmazsın.
Lut kavminden de değilsin, hazdan olmayacak mahvın.
Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.
Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.
Komşun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin.
Musa önünde kızıldeniz’i açsa o denizden geçmezsin.
Tanrıya inanır, ama firavunlara taparsın.

Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.

Ey kavmim...
Tek tek öldürülürken insanların sen korkudan öleceksin.
(Halil CİBRAN)